22 Ağustos 2011 Pazartesi


İNÇ BESES?
HALKLAR, BENCE DEVLET POLİTİKALARINA, TARİHE, ÖĞRETİLENLERE YA DA EZBERLETİLENLERE RAĞMEN DOSTTURLAR…

Virüslü Türk ve Boyiyan’lar

@kadinmedya – Eksi 40 derecede, evimden binlerce kilometre ötede, karların arasında ince bir gecelik ve sırılsıklam bedenime yapışmış bir pardösüyle, nereye gideceğimi bilmeden ağlıyorum…

18 yaşımdayım, Michigan’dayım, aylardan Ocak… Okumak için geldim, ama bana evini açan 85 yaşındaki Rus Vala; öksürdüğüm için ve bu öksürüğün kendisine sirayet etmesinden korktuğu için beni sıcak yatağımdan söküp, dışarı fırlattı…

En baştan beri beni sevmedi, biliyorum. Amerika maceramın en sert kadını, Vala…

Evine beni aldığında, ev işlerine yardım karşılığı az bir kira ödeyerek, 1991 Kasım ayından 1992 baharına kadar kalabileceğimi söylemişti…

Ancak Michigan’ın buz soğuğu, beni fena sarsalamıştı ve bronşit olmuştum…

Ev sahibem Vala, bronşit hastalığını anlamak istemedi ve beni “Virüslü Türk” olarak kapıya koyuverdi…

Yürüyorum, kar yüzümü iğneliyor… Her bir tanede, derimi delip içime işliyor…

Tek tanığım, 1970 yılında Türkiye’den göç etmiş, Ermeni ana-kız BOYİYAN’lar…

Kapılarını çalıyorum, saat 23.00. Amerika için gece yarısı…

MADLEN açıyor kapıyı. Geceliğinin üstüne, bir mont giymiş…

Karanlıkta sadece kocaman; simsiyah gözlerini görüyorum.

Ardında, benimle yaşıt kızı HERA var. O da Korkmuş…

Hiç bir soru sormuyorlar ağlayan bana…

Madlen anaların anası, Hera da kız kardeşlerin en hası, sıcacık evlerine kapıyı ardına kadar açarak alıyorlar beni İÇERİ…

Ertesi gün, eşyalarımı toplayıp getiriyorlar.

Bir daha yaşlı Vala’yla hiç muhatap olmuyorum…

Karın ortasında birden çiçekler açıyor kalbimde… Bana sahip çıkıyorlar, ailem oluyorlar, sırdaşım…

İstanbul’u özlüyoruz her gece birlikte…

Ben zaten hasretim ama farkediyorum ki, Madlen’in İstanbul tutkusu bambaşka… Çok gençken; Hera daha 5 yaşındayken kaybettiği kocasını; bir de Büyükada’yı ne zaman anlatsa; bir süre sonra sesi hıçkırıklara karışıyor…

Öğrendiğim kırık dökük bir kaç ermenice kelimeyle, sabah, akşam her karşılaşmamızda “İnç beses” diye soruyorum ev halkına. ”Nasılsınız?” demek. “Mersi” diyorlar “Tun içbeses?” yani ”Sen nasılsın?”.

“Agu Hera” diyorum, “Gel”.

İlk kez “topik” yiyorum… Ben de Madlen’e Hera gibi “Mama” diyorum…

Fark ediyorum ki, sadece ama sadece Sezen Aksu dinleyip, rakı balık gecelerinde, Madlen payetli, pullu bluzlarını giyip, bir de makyaj yapıyor… İstanbul’a; geçmişe, anılarına saygı için… Onun dışında da hiç süslenmiyor…

O gecelerde Yunan marketlerinden bulduğumuz uyduruk beyaz Türk peynirini, acı zeytinlere kekik basıyoruz, domatesin üstüne zeytinyağı gezdirip yalayıp yutuyoruz Hera’yla yarış edercesine…

Madlen sonra, yanık yanık “Sarı Gelin” türküsünü söylüyor, biz Hera’yla rakıdan karışmış aklımızla kıkırdayıp duruyoruz…

Kimi zaman konular; Türk-Ermeni meslesine geliyor. Fikirlerimizi söylüyoruz ama hep dikkatliyiz, birbirimizi hiç incitmeden tartışıyoruz, bildiklerimizi ve bilmediklerimizi paylaşıyoruz… Sonra birden gülme tutuyor Madlen’i…

Kapalı “e” leriyle, ”aman be kızım” diyor; ”abuş işlerle ne uğraşacağız; bize mi kaldı bu konular, saplanıp kalmışız işte karlı Michigan’a” diyor.

Biz de gülüyoruz sonra…

O yüzden işte, Ermeni’leri çok severim ben, zamanında benim annnem-kız kardeşim oldular diye… Herşeye rağmen hala yan yana yaşıyoruz diye…

O’na “inç beses?” diyebilmek isterdim.



Hrant Dink
19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in vurulmasından bu yana, okumakta olduğum belki de en kalın kitaplardan biri TÛBA ÇANDAR’ın kitabı HRANT… Her satırı öyle işliyor ki içime, geceleri Hrant, karısı Rakel, Madlen ve Hera birbirine karışıyor rüyalarımda…

Belki çok az insan hatırlıyor o sevimsiz akşamüzerini. Ama ben yerde yatan o cansız bedeni bir türlü unutamıyorum…

Ve maalesef ki, tam da bu günlerde, Hrant Dink cinayetinin tetikçisi olarak tutuklanan Ogün Samast, çocuk mahkemesinde yargılanacak haberi geliyor.

Rakel Dink’in, “bebekten katil yaratmak” sözü “KATİLDEN ÇOCUK YARATMAK” olarak değişiyor.

Michigan’da artık havaya sinmiştir bu zamanlarda kar kokusu.

Geçmişimden bir anı, Mama’mız Madlen, bizi tembihliyor, sakın Michigan’daki Türkler ya da Ermeniler bilmesin benim onlarda kaldığımı diye. Görünmez hınç, adsız nefret dolaşıyor yani etrafımızda.

Buna yenilmiyorum, çünkü her Ermeni Hera gibi kardeşim benim.

Sonra öğreniyorum Hrant Dink’in ne kadar özel olduğunu…

O da meğerse Madlen gibi en çok, “Sarı Gelin” türküsünü severmiş…

O da çok sevmiş memleketini…

O hiç düşünmemiş İstanbul’u terketmeyi…

Önceden bilmiş, eğer giderse, kaçarsa; uzaktan sadece rakılı, balıklı gecelerde burnu sızlayacak, gizlice bir kaç damla gözyaşını içine akıtacak…

Her gün hasretle anacak sevgili memleketini…

Bu yüzden ne olursa olsun memleketinde kalmalı ve kalacak…

O da meğer okumak isteyen çocuklara kucağını, evini açarmış. Tıpkı Madlen’in bana yaptığı gibi.

BOYİYAN ailesi olmasaydı, ben yenilecektim, daha ilk yılımda, evsiz barksız, okulu okuyamadan dönecektim!

Kimbilir kaç kez, göz göze gelmiştik NTV’ye geldiği zamanlar Hrant Dink’le.

Mahcup gülümsemiştim o sırada… Ama her keresinde içimdeki 18 yaşındaki genç kız fırlayıp, Madlen’le Hera’yı anlatmak istemişti ona… “Yapmak istediklerinizi biliyorum, çünkü yaşadım. Biz gerçekten kardeşiz” demek için…

Ama her defasında; sadece mahçup gülümsemiştim…

Aslında kaç kez yanına usulca yaklaşıp, “İnç beses?” demek istedim Ermenice ona “nasıl olduğunu” sormaya yeltendim… Hep utandım, yapamadım ama en çok da çekindim…

Ben gerçekten çekindim…

Usulca yanına yaklaşıp, nasıl olduğunu sormaya çekindim…

Ama ne yazık k i bir Cuma akşamüstü, İstanbul’un ortasında, güpe gündüz, O’na sinsice yaklaşan kanlı eller; bedenine kurşun sıkmaya çekinmedi…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder